Sevgili
kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım.
Bu
hafta Tişa Be Av dolayısı ile haftalık yazımı daha erken yazmak istedim.
Böylece son derece nazik bir şekilde bunu benden isteyen dostlarımın da
arzuları da yerine getirmiş olacağım. Tek korkum perşembe sabahı heyecanla paylaştığım
birkaç satırın yazımla ilgili beklentileri yükseltmesi. İnşallah, ilginize layık bir yazı yazmayı başarırım.
Gitmek
mi zor, kalmak mı?
Yok
yok, bu benim yazımın başlığı değil. Benim de bu başlığı taşıyan bir yazım var.
Pek çoklarınız da okumuştur. Ama bu sefer bu başlığı yazısına koyan Yaprak
Gürdal. Türkiye’yi terk eden birisi. Neden terk etmiş? Malum sebeplerden.
Tekrar etmekte fayda yok. Zaten herkes biliyor. Yazıyı okudukça, 5 sene evvel, 60 sene yaşadığı ülkesini terk eden birisi olarak
bir takım kıyaslamaların içinde buldum kendimi. Karşılaştırmalar yapmaya
başladım. Muhasebe giderek derinleşti.
Yaprak
Gürdal, Boğaziçi Üniversitesi mezunu, anladığım kadarı ile son derece kültürlü,
söylemeye gerek yok, İngilizceye tam anlamıyla vakıf, üstelik Türkiye’de
çalıştığı çok uluslu şirket dolayısıyla iş hayatında tecrübeli bir kişi. Aynı
zamanda tecrübeli bir dalgıç. Göç ettiği ülke ise Kanada.
Göç
etme kararını alınca müracaatta bulunmuş. Kanada’ya göç etmek isteyenleri önce
bir çeşit teste tabi tutuyorlarmış. Çeşitli kıstaslara göre en az 70 puan
almaları gerekmekte. Mesela İngilizce
biliyorsan bu 10 puan. Kanada’da bir akraban varsa bu 8 puan. Çok aranan bir
meslek olan doktorsan, bu da diyelim 15 puan. Toplamda 70 i geçmen lazım. Bu
sene değiştirmişler. 75 olmuş. Neyse, müracaat ettikten iki sene sonra
kendisini nihayet kabul etmişler. Bu arada müracaat parayla. 1000 dolar gibi
imiş. Belki 500, bilemiyorum…
Ben
İsrail’e göç etmeye karar verdiğim zaman İstanbul’daki konsolosluğa gittim.
Benden bir takım evraklar istediler. Bir gün içerisinde hazırladım, ertesi gün
bir daha gittim. “Tamam” dediler, “onaylanması gerekli, neticeyi size
bildiririz.” Konsolosluktan çıktım. Merdivenlerden inerken telefon geldi.
Konsolosluktan arıyorlardı. “Okeylendi” dediler. “Müracaatınız kabul edildi.”
Bütün işlem 2 günden daha az sürmüştü. 5 kuruş da ödememiştim. Üstüne üstlük,
uçak paramı verdiler. Çantalarım göç dolayıyla çok ağır olacağını düşünmüşler,
bir de onun için ekstra bagaj parası olarak 200 dolar bile ödediler.
Sözü
Yaprak Gürdal’a bırakıyorum:
-Şanslı
idim. Çabuk iş buldum. Yine çok uluslu bir şirkette çalışmaya başladım. Fakat
maaşım Türkiye’de aldığımın ancak % 30 u kadardı. Bir evin bodrum katında
küfler içinde yaşıyordum.
Ben
İsrail’e gelince ilk 6 ay masraflarıma yetecek kadar (toplam 40 bin şekel-yani
10 bin dolara yakın bir para) yardımda bulundular. Taksi paramı bile ödediler.
İsteyene kalacak yer de veriyorlarmış. Bir ay kadar bekledikten sonra ulpana
(dil okulu) başladım. 6 ay boyunca ulpana gittim. Sonra iş aramaya başladım. İş
bulamadım diye ayda 2500 şekel daha ödemeye başladılar. (Bu gün ilave olarak kira
yardımı, eşya yardımı gibi daha birçok yardımda da bulunuyorlarmış.) Sonra 6 ay
kadar bir arkadaşımla pazarda çalıştım. Bıraktıktan 2-3 ay sonra da şimdiki işimi
buldum. Netanya’da İstanbul’daki evimden çok daha güzel, yepyeni bir evde,
deniz kıyısında yaşıyorum.
Kanada’da
iş görüşmesine gittiğin zaman senden “Kanada deneyimin” olup olmadığını
soruyorlarmış. Yahu göçmenin nasıl Kanada tecrübesi olsun ki? İşi alamıyorsun.
İşi alamayınca “Kanada deneyimin” olmuyor. Al sana kısır döngü. Bu
sorunu çözmek için bir yol bulmuşlar. Zavallı göçmeni bir müddet (tahminen 6
ay) ücretsiz çalıştırıyorlarmış. Zavallım da böylece nihayet bir iş tecrübesi
sahibi oluyormuş. Al sana medeni ülke…
Ben
işe başladığım gün önüme bir bilgisayar koydular. Tamam, okey. Ben Word
bilirim, Excell bilirim hatta AutoCad, 3DMax okullarından mezun oldum da;
anacım, bu bilgisayar İbranice. Üstelikte sürmem gereken program şirketin özel
bir muhasebe ve stok programı. Ömrümde görmedim, bilmiyorum. “Arkadaşlar,
durum böyleyken böyle, ben bu işin içinden nasıl çıkacağım” dedim. Yani
tecrübe mi dedin? Sıfır. “En baaya (problem değil)” dediler. “Öğrenirsin”
dediler. Yardımcı oldular. Sağ olsunlar. Öğrendim. Bu gün hala İbranice
bilmiyorum. Yani gazete okuyamam, haberleri seyredemem, ama o bilgisayarı
kullanırım, hem de uçururum. Maaşıma gelince, çok şükür. Türkiye’de banka
müdürü bu parayı alamaz. Şirketim bana araba da verdi telefon da. İş bulmak da
İsrail’de çok zor değil. İşsizlik oranlarında İsrail dünyanın en iyilerinden
biri. Asgari ücret 1250 dolar civarında. Ya da saat başına 6 dolar civarında. Ama
bu paraya kimse çalışmıyor. Ayrıca yemek de veriyorlar yol parası da. Tabi bu
söylediklerim genel olarak böyle işine göre değişkenlik var elbette.
Yaprak
hanım anlatmaya devam ediyor:
-Kanada
yasalarına göre ırkçılık yasak ve ciddi bir suç. Bu göçmene umut veriyor. Ancak
gizliden bir ırkçılık var. Yöneticiler basit olayların karşısında bile “bu
senin kültüründe nasıl karşılanır bilemeyiz ama biz burada Kanada’da bundan
hoşlanmayız” deyiveriyorlar.
Al
sana, ırkçılık… İnsan kahrolur be!
Ben
İsrail’de bunun tam tersini yaşadım. Türkiye’de sınırlı kullanabildiğim Ladino
burada acayip işime yaradı. İş arkadaşlarımdan birisi “Turkano” diğeri de “Arjantin’li.” İkisi de İspanyolca biliyorlar. İngilizce,
İspanyolca, kırık dökük İbranice geçinip gidiyoruz işte. Baruh HaŞem (Allaha çok şükür.) Bir de kapıdan içeri girenlerin o mezuzayı
öpmesi var ya… İçim eriyor. Biz ki, evlerimizde o mezuzaları aman görünmesin diye
kapıların içlerine saklardık; aman tanrım bu ne keyifmiş, bu ne güzellikmiş. Kendimi
zincirlerini kırmış gibi hissediyorum. Bu kadar basit bir şeyin beni bu kadar etkileyeceğini
hiç bilemezdim… Yahudi kültürü. Demek istediğim bu. Eğer Yahudi isen bu kültüre
sahipsin. Sen yaşadığın ülkede istersen 100 sene yaşa yabancısın, İsrail’de
kendini İsrail’e ait hissediyorsun. Evinde
hissediyorsun.
Yaprak
hanım devam ediyor:
-Kanada’da
herkesin bir aile hekimine kayıt olması gerekiyor. Bütün sevkleri de o yapıyor.
Kulağımdan rahatsızlandım. Aile hekimini aradım. O da sevkimi yazdı ve uzmanın
beni arayacağını söyledi. Uzman da hemen aradı. Ancak 8 ay sonrasına randevu
verdi. Ben ağrıdan delireceğim, o 8 ay diyor. Tesadüfen bir tanıdık vasıtasıyla
tedavi olabildim. Kanada’da Türkiye’de olduğu gibi özel hastaneler yok. Ya
devlet hastanesinin acil servisine gidip 8-10 saat bekleyeceksiniz, ya da aile
hekiminin sevk ettiği uzmana 8 ay sonrasına randevu alabileceksiniz. Kardeşimle
birlikte Hindistan’a gittik. Bağırsaklarımızdan hastalandık. Kardeşim
İstanbul’a döner dönmez tahlillerini yaptırdı. Dizanteri. Ben aile hekimiyle 10
kere filan telefon görüşmesi yapmama rağmen doktor tahlile gerek görmedi.
Sonuçta kardeşimin kullandığı antibiyotikler İstanbul’dan geldi de öyle
iyileştim.
Şimdi
bir de beni dinleyin. İsrail’de de aile hekimliği olayı aynen var. Ama öyle
kayıt filan yok. İstediğin aile hekimine gidersin. Biz de gelince semtimizdeki
aile hekimine gittik. “Önce bir tahlilleri yapalım” dedi. “Bulunsun.”
Yaptırdık. Benim kanımda kalsiyum fazla
çıktı. Doktor beni bir uzmana yönlendirmek istedi. “Bu yıllardan beri böyle” dedim. Gerçekten de en az 5 senedir böyleydi. Hatta acaba böbreklerimde taş yapar mı diye
Türkiye’de bir sürü doktora gitmiştim. Meğerse “para-tiroid” bezlerimde sorun
varmış. Bu yüzden kemiklerim eriyormuş. Ne yazık ki Türkiye’de bunu
anlamadılar. Ameliyat oldum. Özel odada. Refakatçi filan. Ekstra ödeme 400 dolar…
Hepsi bu. Dizimden sakatlandım. Menüsküs.
Ameliyat oldum. Uzay üssü gibi bir hastane. Aklınız durur. Ertesi günü yürüyerek markete gittim. Sevgili
karım Ceni’nin bel ağrıları çekilmez boyuta gelmişti. Belinden ameliyat olmalı.
Fena halde tırstık. Sonunda oldu. İki saat sonra hastaneden çıktık. Çok şükür. Bunların
hepsinin giderlerini devlet karşıladı. Farka bak! Başlarda zorlandık. Sistemi
öğrenmemiz vakit aldı. İsrail’de de 1-2 ay sonrasına randevular var. Fakat
sistemi öğrenince daha kolay oluyor…
Yaprak
hanım 12 sene Kanada da yaşadıktan sonra dayanamamış ve ani bir kararla geri
dönmüş. Şimdi Türkiye’de. “İyi düşünün” diyor. “Evdeki simitle çayın
tadı hiçbir yerde yok.”
Bu
arada Yaprak Hanım, Kanada’nın iklim koşullarından pek bahsetmemiş. Ben orada aynı
şekilde 10 seneden fazla yaşamış birisiyle konuştum. Laf aramızda o da geri döndü. Kar ve buz
fırtınalarından, -40 derecelerden filan bahsetti. Bırrrrrr!!! Benim İsrail’imde gök çoğu zaman masmavidir.
Benim İsrail’imde gökte çoğu zaman portakal kadar bile bulut bulunmaz. Hele
baharları var ya, tadından yenmez. Mart Nisan Mayıs ayları hava limonata
gibidir. Aynen sonbahar da öyle… Eylül ekim kasım denize gireriz. En güzel
zaman. Yazın çok sıcak olur ama ne beis? Arabada klima, trende klima, evde klima, iş yerinde
klima, her yerde klima… (Ama elektrik paralarını hiç sormayın.)
Bir
de anacım, eğer karşılaştırma yapacaksak uzaklığı da konuşmak lazım. Evet, biz
göç ettik ama hala Türkiye’de akrabalarımız var. Geliyorlar, gidiyoruz.
Bağlarımız var. Yakın be kardeşim. 2
saat. Canın istiyorsa atla git. Özlemeni çektiğin bir şey varsa ki oluyor, getirt.
İnsanın canı simitte çekiyor, Türk kahvesi de. Hoş İsrail’de her şey var ya…
Yani… Giden gelen çok. Sağ olsunlar, getiriyorlar. Biz burada, İsrail’de hiçbir şeyin özlemini
çekmiyoruz…
Ve çocuklar. Özgür düşünceli sorgulayan
çocuklar. İsrail çocukların ülkesidir. Her şey onlara göre planlanır. Olağan
üstü olanaklar. Sıradan semt okullarına yürüyerek giden çocuklar. 10 yaşında
takır takır İngilizce konuşuyorlar. Sonra ek bir dil daha… Her sokakta bir
çocuk parkı. Her şeyden önemlisi mutlu ve kendine güvenen çocuklar.
Neticede İsrail mutlu insanların ülkesi.
İsrail mutlu çocukların ülkesi.
(Her
iki kategoride de İsrail Dünyada ilk 10 a giriyor.)
Şimdi ordu çocuklara yardım kararı aldı. Özellikli
askerlik yapanlara ordu üniversite bursu vermeye karar verdi.
Ve gençlerin biri birilerini bulma şansı… İsrail,
Yahudi gençlerin kendilerine kolaylıkla Yahudi eşler bulabileceği bir ülkedir…
Ve
en önemlisi. Galut’tan galut’a mı? Yani
bir diasporadan ötekine… Ben almayayım abi. Bana göre değil. Benim yurdum
burası. Ben artık hiçbir ülkede misafir
olarak yaşamak istemiyorum. Evimde yaşlanmak istiyorum. Kim nerede isterse yaşayabilir. Herkesin
fikrine saygım var…
Uzun
lafın kısası, iyi düşünün derim. Göç çocuk oyuncağı değildir. Hata yapılırsa
düzeltilmesi çok pahalıya mal olur…
Bu
hafta da bu kadar sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım…
Sevgiyle
kalın, hoşça kalın.
Aaron
Baruch (Ankaralı)
Yaprak
Gürdal’ın yazısının tam metni :
Gitmek mi zor, kalmak mı?
–Aaron Baruch (Ankaralı)-
Bu yazımı okumak isteyenler için:
http://ankarali-24.blogspot.co.il/