11 Ağustos 2016 Perşembe


GÖÇ MUHASEBESİ

Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım.



Bu hafta Tişa Be Av dolayısı ile haftalık yazımı daha erken yazmak istedim. Böylece son derece nazik bir şekilde bunu benden isteyen dostlarımın da arzuları da yerine getirmiş olacağım. Tek korkum perşembe sabahı heyecanla paylaştığım birkaç satırın yazımla ilgili beklentileri yükseltmesi.  İnşallah, ilginize layık bir yazı yazmayı başarırım.  
Gitmek mi zor, kalmak mı?
Yok yok, bu benim yazımın başlığı değil. Benim de bu başlığı taşıyan bir yazım var. Pek çoklarınız da okumuştur. Ama bu sefer bu başlığı yazısına koyan Yaprak Gürdal. Türkiye’yi terk eden birisi. Neden terk etmiş? Malum sebeplerden. Tekrar etmekte fayda yok. Zaten herkes biliyor. Yazıyı okudukça,  5 sene evvel,  60 sene yaşadığı ülkesini terk eden birisi olarak bir takım kıyaslamaların içinde buldum kendimi. Karşılaştırmalar yapmaya başladım. Muhasebe giderek derinleşti.
Yaprak Gürdal, Boğaziçi Üniversitesi mezunu, anladığım kadarı ile son derece kültürlü, söylemeye gerek yok, İngilizceye tam anlamıyla vakıf, üstelik Türkiye’de çalıştığı çok uluslu şirket dolayısıyla iş hayatında tecrübeli bir kişi. Aynı zamanda tecrübeli bir dalgıç. Göç ettiği ülke ise Kanada.
Göç etme kararını alınca müracaatta bulunmuş. Kanada’ya göç etmek isteyenleri önce bir çeşit teste tabi tutuyorlarmış. Çeşitli kıstaslara göre en az 70 puan almaları gerekmekte.  Mesela İngilizce biliyorsan bu 10 puan. Kanada’da bir akraban varsa bu 8 puan. Çok aranan bir meslek olan doktorsan, bu da diyelim 15 puan. Toplamda 70 i geçmen lazım. Bu sene değiştirmişler. 75 olmuş. Neyse, müracaat ettikten iki sene sonra kendisini nihayet kabul etmişler. Bu arada müracaat parayla. 1000 dolar gibi imiş. Belki 500, bilemiyorum…
Ben İsrail’e göç etmeye karar verdiğim zaman İstanbul’daki konsolosluğa gittim. Benden bir takım evraklar istediler. Bir gün içerisinde hazırladım, ertesi gün bir daha gittim. “Tamam” dediler, “onaylanması gerekli, neticeyi size bildiririz.” Konsolosluktan çıktım. Merdivenlerden inerken telefon geldi. Konsolosluktan arıyorlardı. “Okeylendi” dediler. “Müracaatınız kabul edildi.” Bütün işlem 2 günden daha az sürmüştü. 5 kuruş da ödememiştim. Üstüne üstlük, uçak paramı verdiler. Çantalarım göç dolayıyla çok ağır olacağını düşünmüşler, bir de onun için ekstra bagaj parası olarak 200 dolar bile ödediler.
Sözü Yaprak Gürdal’a bırakıyorum:
-Şanslı idim. Çabuk iş buldum. Yine çok uluslu bir şirkette çalışmaya başladım. Fakat maaşım Türkiye’de aldığımın ancak % 30 u kadardı. Bir evin bodrum katında küfler içinde yaşıyordum.
Ben İsrail’e gelince ilk 6 ay masraflarıma yetecek kadar (toplam 40 bin şekel-yani 10 bin dolara yakın bir para) yardımda bulundular. Taksi paramı bile ödediler. İsteyene kalacak yer de veriyorlarmış. Bir ay kadar bekledikten sonra ulpana (dil okulu) başladım. 6 ay boyunca ulpana gittim. Sonra iş aramaya başladım. İş bulamadım diye ayda 2500 şekel daha ödemeye başladılar. (Bu gün ilave olarak kira yardımı, eşya yardımı gibi daha birçok yardımda da bulunuyorlarmış.) Sonra 6 ay kadar bir arkadaşımla pazarda çalıştım. Bıraktıktan 2-3 ay sonra da şimdiki işimi buldum. Netanya’da İstanbul’daki evimden çok daha güzel, yepyeni bir evde, deniz kıyısında yaşıyorum.  
Kanada’da iş görüşmesine gittiğin zaman senden “Kanada deneyimin” olup olmadığını soruyorlarmış. Yahu göçmenin nasıl Kanada tecrübesi olsun ki? İşi alamıyorsun. İşi alamayınca “Kanada deneyimin” olmuyor. Al sana kısır döngü. Bu sorunu çözmek için bir yol bulmuşlar. Zavallı göçmeni bir müddet (tahminen 6 ay) ücretsiz çalıştırıyorlarmış. Zavallım da böylece nihayet bir iş tecrübesi sahibi oluyormuş. Al sana medeni ülke…
Ben işe başladığım gün önüme bir bilgisayar koydular. Tamam, okey. Ben Word bilirim, Excell bilirim hatta AutoCad, 3DMax okullarından mezun oldum da; anacım, bu bilgisayar İbranice. Üstelikte sürmem gereken program şirketin özel bir muhasebe ve stok programı. Ömrümde görmedim, bilmiyorum. “Arkadaşlar, durum böyleyken böyle, ben bu işin içinden nasıl çıkacağım” dedim. Yani tecrübe mi dedin? Sıfır. “En baaya (problem değil)” dediler. “Öğrenirsin” dediler. Yardımcı oldular. Sağ olsunlar. Öğrendim. Bu gün hala İbranice bilmiyorum. Yani gazete okuyamam, haberleri seyredemem, ama o bilgisayarı kullanırım, hem de uçururum. Maaşıma gelince, çok şükür. Türkiye’de banka müdürü bu parayı alamaz. Şirketim bana araba da verdi telefon da. İş bulmak da İsrail’de çok zor değil. İşsizlik oranlarında İsrail dünyanın en iyilerinden biri. Asgari ücret 1250 dolar civarında. Ya da saat başına 6 dolar civarında. Ama bu paraya kimse çalışmıyor. Ayrıca yemek de veriyorlar yol parası da. Tabi bu söylediklerim genel olarak böyle işine göre değişkenlik var elbette.
Yaprak hanım anlatmaya devam ediyor:
-Kanada yasalarına göre ırkçılık yasak ve ciddi bir suç. Bu göçmene umut veriyor. Ancak gizliden bir ırkçılık var. Yöneticiler basit olayların karşısında bile “bu senin kültüründe nasıl karşılanır bilemeyiz ama biz burada Kanada’da bundan hoşlanmayız” deyiveriyorlar.
Al sana,  ırkçılık… İnsan kahrolur be!
Ben İsrail’de bunun tam tersini yaşadım. Türkiye’de sınırlı kullanabildiğim Ladino burada acayip işime yaradı. İş arkadaşlarımdan birisi “Turkano”  diğeri de “Arjantin’li.”  İkisi de İspanyolca biliyorlar. İngilizce, İspanyolca, kırık dökük İbranice geçinip gidiyoruz işte.  Baruh HaŞem  (Allaha çok şükür.)  Bir de kapıdan içeri girenlerin o mezuzayı öpmesi var ya… İçim eriyor. Biz ki, evlerimizde o mezuzaları aman görünmesin diye kapıların içlerine saklardık; aman tanrım bu ne keyifmiş, bu ne güzellikmiş. Kendimi zincirlerini kırmış gibi hissediyorum. Bu kadar basit bir şeyin beni bu kadar etkileyeceğini hiç bilemezdim… Yahudi kültürü. Demek istediğim bu. Eğer Yahudi isen bu kültüre sahipsin. Sen yaşadığın ülkede istersen 100 sene yaşa yabancısın, İsrail’de kendini İsrail’e ait hissediyorsun.  Evinde hissediyorsun.
Yaprak hanım devam ediyor:
-Kanada’da herkesin bir aile hekimine kayıt olması gerekiyor. Bütün sevkleri de o yapıyor. Kulağımdan rahatsızlandım. Aile hekimini aradım. O da sevkimi yazdı ve uzmanın beni arayacağını söyledi. Uzman da hemen aradı. Ancak 8 ay sonrasına randevu verdi. Ben ağrıdan delireceğim, o 8 ay diyor. Tesadüfen bir tanıdık vasıtasıyla tedavi olabildim. Kanada’da Türkiye’de olduğu gibi özel hastaneler yok. Ya devlet hastanesinin acil servisine gidip 8-10 saat bekleyeceksiniz, ya da aile hekiminin sevk ettiği uzmana 8 ay sonrasına randevu alabileceksiniz. Kardeşimle birlikte Hindistan’a gittik. Bağırsaklarımızdan hastalandık. Kardeşim İstanbul’a döner dönmez tahlillerini yaptırdı. Dizanteri. Ben aile hekimiyle 10 kere filan telefon görüşmesi yapmama rağmen doktor tahlile gerek görmedi. Sonuçta kardeşimin kullandığı antibiyotikler İstanbul’dan geldi de öyle iyileştim.
Şimdi bir de beni dinleyin. İsrail’de de aile hekimliği olayı aynen var. Ama öyle kayıt filan yok. İstediğin aile hekimine gidersin. Biz de gelince semtimizdeki aile hekimine gittik. “Önce bir tahlilleri yapalım” dedi. “Bulunsun.”  Yaptırdık. Benim kanımda kalsiyum fazla çıktı. Doktor beni bir uzmana yönlendirmek istedi.  “Bu yıllardan beri böyle”  dedim.  Gerçekten de en az 5 senedir böyleydi.  Hatta acaba böbreklerimde taş yapar mı diye Türkiye’de bir sürü doktora gitmiştim.  Meğerse “para-tiroid” bezlerimde sorun varmış. Bu yüzden kemiklerim eriyormuş. Ne yazık ki Türkiye’de bunu anlamadılar. Ameliyat oldum. Özel odada. Refakatçi filan. Ekstra ödeme 400 dolar… Hepsi bu.  Dizimden sakatlandım. Menüsküs. Ameliyat oldum. Uzay üssü gibi bir hastane. Aklınız durur.  Ertesi günü yürüyerek markete gittim. Sevgili karım Ceni’nin bel ağrıları çekilmez boyuta gelmişti. Belinden ameliyat olmalı. Fena halde tırstık. Sonunda oldu. İki saat sonra hastaneden çıktık. Çok şükür. Bunların hepsinin giderlerini devlet karşıladı. Farka bak! Başlarda zorlandık. Sistemi öğrenmemiz vakit aldı. İsrail’de de 1-2 ay sonrasına randevular var. Fakat sistemi öğrenince daha kolay oluyor…
Yaprak hanım 12 sene Kanada da yaşadıktan sonra dayanamamış ve ani bir kararla geri dönmüş. Şimdi Türkiye’de. “İyi düşünün” diyor. “Evdeki simitle çayın tadı hiçbir yerde yok.”
Bu arada Yaprak Hanım, Kanada’nın iklim koşullarından pek bahsetmemiş. Ben orada aynı şekilde 10 seneden fazla yaşamış birisiyle konuştum.  Laf aramızda o da geri döndü. Kar ve buz fırtınalarından,    -40 derecelerden filan bahsetti.    Bırrrrrr!!!     Benim İsrail’imde gök çoğu zaman masmavidir. Benim İsrail’imde gökte çoğu zaman portakal kadar bile bulut bulunmaz. Hele baharları var ya, tadından yenmez. Mart Nisan Mayıs ayları hava limonata gibidir. Aynen sonbahar da öyle… Eylül ekim kasım denize gireriz. En güzel zaman. Yazın çok sıcak olur ama ne beis?  Arabada klima, trende klima, evde klima, iş yerinde klima, her yerde klima… (Ama elektrik paralarını hiç sormayın.)
Bir de anacım, eğer karşılaştırma yapacaksak uzaklığı da konuşmak lazım. Evet, biz göç ettik ama hala Türkiye’de akrabalarımız var. Geliyorlar, gidiyoruz. Bağlarımız var.  Yakın be kardeşim. 2 saat. Canın istiyorsa atla git. Özlemeni çektiğin bir şey varsa ki oluyor, getirt. İnsanın canı simitte çekiyor, Türk kahvesi de. Hoş İsrail’de her şey var ya… Yani… Giden gelen çok. Sağ olsunlar, getiriyorlar.  Biz burada, İsrail’de hiçbir şeyin özlemini çekmiyoruz…
Ve çocuklar. Özgür düşünceli sorgulayan çocuklar. İsrail çocukların ülkesidir. Her şey onlara göre planlanır. Olağan üstü olanaklar. Sıradan semt okullarına yürüyerek giden çocuklar. 10 yaşında takır takır İngilizce konuşuyorlar. Sonra ek bir dil daha… Her sokakta bir çocuk parkı. Her şeyden önemlisi mutlu ve kendine güvenen çocuklar.
Neticede İsrail mutlu insanların ülkesi.  
İsrail mutlu çocukların ülkesi. 
 (Her iki kategoride de İsrail Dünyada ilk 10 a giriyor.)
Şimdi ordu çocuklara yardım kararı aldı. Özellikli askerlik yapanlara ordu üniversite bursu vermeye karar verdi.
Ve gençlerin biri birilerini bulma şansı… İsrail, Yahudi gençlerin kendilerine kolaylıkla Yahudi eşler bulabileceği bir ülkedir…
Ve en önemlisi.  Galut’tan galut’a mı? Yani bir diasporadan ötekine… Ben almayayım abi. Bana göre değil. Benim yurdum burası.  Ben artık hiçbir ülkede misafir olarak yaşamak istemiyorum. Evimde yaşlanmak istiyorum.  Kim nerede isterse yaşayabilir. Herkesin fikrine saygım var…
Uzun lafın kısası, iyi düşünün derim. Göç çocuk oyuncağı değildir. Hata yapılırsa düzeltilmesi çok pahalıya mal olur…
Bu hafta da bu kadar sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım…
Sevgiyle kalın, hoşça kalın.
Aaron Baruch  (Ankaralı)
Yaprak Gürdal’ın yazısının tam metni :
Gitmek mi zor, kalmak mı? –Aaron Baruch  (Ankaralı)-
Bu yazımı okumak isteyenler için:

http://ankarali-24.blogspot.co.il/